“Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter.” Malcolm X
Canisteistlerin saçma sapan argümanlarına yanıt
verdiğimiz serimize devam ediyoruz. Bu beşinci yazı. Ama ne dediğimizi,
nelerden bahsettiğimizi anlamak için lütfen bu serinin dana önceki yazılarımızı
da okuyun. Yoksa “N’oluyo ya?” der kalırsınız.
İşin
rengi çok, ama çok belli aslında. Birileri, sermaye hareketleri arasındaki
küçük boşluğu açtıkları sektör ile doldurmak için uğraşıyor. Normal şartlar
altında bir sektör başlatılırken önce bir fizibilite raporları hazırlanır, üst
düzey basın, iş dünyası, siyasi parti temsilcileri, sivil toplum kuruluşları
gibi bazı organizasyonlara tanıtım
toplantıları yapılır. Pazarlama ağları reklamlarla çalışmaya başlar, tüketici
davranışları belirlenir, istatistik çalışmaları yapılır vesaire…
Gelişmiş
ve güçlü ekonomi, demokrasi, sosyolojik anlamda güçlü ülkelerin kedi köpek
maması sektörü doymuş durumdadır. Çünkü bahsettiğimiz ülkelerde sokaklarda
başıboş köpek göremezsiniz. Bir hayvan sahiplendiğinizde, o hayvana çip
takılır, sizin kimlik numaranıza işlenir. Adresiniz, telefon numaranız, isminiz
gibi birçok bilgi ile bakımını ve sorumluluğunu üstlendiğiniz hayvan
kaybolduğunda hemen bulabilir, bu hayvanın birilerine saldırması durumunda
sizin sorumsuzluğunuz tespit edilir, sorumsuzluğunuzun da cezasını çekersiniz. Tüm
bu önlemlere rağmen yine de sokaklarda başıboş köpek görülürse, o zaman bu
hayvanlar yakalanır, 15 gün barınakta bakılır. Bu süre içinde evcil hayvan
sahibi olmak isteyenler olursa gelip bu barınaktan gelip evcil hayvan olarak bu
köpekleri alır. Tabii ki çip takma işlemleri yapılır ve o kişi ya da aile evcil
hayvan sahibi olur, sorumluluğunu üstüne almış olur. Peki, barınakta 15 gün
süre ile kalan hayvanlar arasından sahiplenilmeyen hayvan olursa ne olur?
Öldürülür. Kibar olsun diye uyutulur diyorlar ama biz gerçeğini söyleyelim, en
acısız şekilde öldürülür. Dolayısıyla piyasada satılabilecek olan kedi – köpek maması
tüketimi belli bir standartta devam eder.
Peki
ya bizim ülkemizdeki gibi gelişmekte olan (yani kapitalizmin boyunduruğundan
henüz kendini kurtaramamış) ülkelerde durum nasıl?
Kendi
ülkesinde satışları arttıramayan mama firmaları gelişmekte olan ülkelere mama
satmayı çok sever. Çünkü oturmuş bir evcil hayvan kültürü yoktur. Kazanç elde
etme konusunda etik dışı pek çok yapılanma bulmak ya da bazı yapıları kullanmak
daha kolaydır.
Gelişmiş
ülkelerde sivil toplum kuruluşlarının yetkileri, sorumlulukları ve mali
yapıları son derece şeffaf ve kontrol edilebilir bir durumdadır. Sivil toplum
kuruluşları tam anlamıyla bir etik davranış örneği olarak gösterilebilir. Tabii
ki gelişmiş ülkelerde de sivil toplum kuruluşlarında yanlış işler yapan
insanlar olabilir. Ama bu sayı oranlandığında güçlü etik anlayışı olan
insanların çok ezici bir miktarda fazla olduğu görülür.
Gelişmekte
olan ülkelerde çok fazla sıkıntı vardır. Gelenekçiler, modernleşmek isteyenler,
sınırsızlar, pervasızlar, aşırılar sürekli bir kaos halindedir. Dini yapıların
bile çok azında sağlam ve oturmuş bir sistem vardır. Gelişmiş ülkelere göre çok
daha fazla suistimal edilebilir bir ortam bulmak mümkündür.
Bahsettiğimiz
mama firmalarının geçmişlerine baktığımızda görülür ki, bu firmaların çoğu
uluslararası üretim, satış ve pazarlama tecrübesi olan yapılar üzerinde
yükselmektedir. Bu firmaların ciddi bir müktesebatı vardır. Hangi ülkede ne,
nasıl satılır? Örneğin Müslümanların yaşadığı ülkelerde ne, nasıl satılır? Nasıl
pazarlanır? Keza Hristiyan ülkelerde ne nasıl satılır ? kullanıcı alışkanlıkları
nelerdir? Dini bayramları, günleri nelerdir? Gelenekleri nasıldır? Hepsi bilinmektedir.
Bu bilgilerle ciddi ve aktif kullanılmaktadır. İki örnek vereyim. Dünya devlerinden
Mcdonalds firması İsrail’de cheeseburger isimli (Peynirli Hamburger) ürünü menülerinde bulunmaz. Çünkü Musevi inancına
sahip kişiler etli ve sütlü yiyecekleri karıştırarak yemezler. Yine Müslüman
insanların yaşadığı ülkelerde ise domuz etinden yapılan ürünleri menülerinde
bulundurmazlar.
Örnek
vereceğimiz diğer bir dünya devi firma ise Cocacola’dır. Cocacola Ramazan ayında
iftar saati, iftar sofrası, cami görüntüleri, ezan sesi bulunan reklamlar
yayınlar. Ancak Amerika, kıta Avrupası gibi ülke ve bölgelerde asla İslami bir
motif kullanmamaktadır.
Çok
uzattık, farkındayım. Ama bu bilgileri yetkin bir şekilde vermezsek, o zaman
neyin ne olduğunu “Efradını cami, ayarını mani” şekilde anlatamayız.
İşte
bu güçlü ve geniş müktesebatı olan firmalar senin, benim hakkımızda; senin ve
benim bile bilmediğimiz bilgileri kullanarak ürünlerini çılgınlar gibi satar. Sen
ve ben de oturur düşünürüz “ulan heriflere bak be… deli gibi satıyorlar” deriz.
Gelişmekte
olan ülkeler çoğunlukla rüşvet, çıkar ilişkileri, çıkar çatışmalarının, çıkar
için hızlı organizasyonların kurulduğu; hızla geliştiği ve hızla yıkıldığı bir
iklime sahiptir. İşte bu mama firmaları bunları net olarak bildiği için, basın
yayın, sosyal medya gibi enstrümanları kullanarak bir “Özenç” yaratır. Gelişmekte
olan ülkelerdeki insanların önemli bir kısmı da kısa vadeli küçük çıkarlar için
hemen bu şirketlerin oltalarına takılırlar. Böylece bir “Para Yapma” hevesi,
amacı ve eylemleri oluşur. Köpek maması satışında da bunu net görmekteyiz.
Bunun için yasal düzenlemeler ihtiyaç vardır. Mama firmaları önce bunu
halletmek için “Haber” yapar, yaptırır. Ve bir algı oluşturur.
Hatırlayın,
bu gün ölüm rakamlarına baktığımızda “grip” kadar öldürücü olmamasına rağmen,
nasıl da korktuk Covit – 19 virüsünden. Çünkü Çin’de kayıt edildiği söylenen
sözüm ona amatör videolarda ne gördük? Trende yere düşüp ağzından, burnundan
hatta kulağından kanlar fışkıran adamlar gördük. Aramızdan bazıları covit 19
oldu, bazıları olmadı. Ama olanlar içinden hiç kimsenin bu trendeki adam gibi
ağzından burnundan kan fışkırmadı. Ama o algı halen çalışıyor. “Covit – 19 olmuş”
denen insanları gözümüzün önüne tabut içinde getiriyoruz.
Haberler
yapılır, aktör / akrist rolünü yapar, her kes de bu balonu yutar. Hatırlarsanız
Türkiye’de canisteizm hareketinin ilk temsilcilerinden birisi ve hatta fenomeni
Panter ismiyle anılan Emel Yıldız’dır. Emel Yıldız’ın mesleğini bilen var mı? Tahmin
edin? Hadi sizi uğraştırmayayım. Wikipedia kendisinden şöyle bahseder: “Ailesi ile birlikte 1 yaşında iken Türkiye'ye gelerek İstanbul'un Karagümrük semtine
yerleşen ve ortaokuldan sonra usta müzisyenlerden çeşitli dersler alarak sahneye çıkan Emel Yıldız,
1959'da Feryat isimli filmle sinema oyunculuğuna
başlar ve birçok filmde rol alır. Türkân Şoray, o dönem oturdukları
Karagümrük'teki ev sahiplerinin kızı olan Emel Yıldız ile Beyoğlu'ndaki bir film setine bir gün beraber gider ve Yeşilçam'a adım atar. Oyunculuk kariyerinin ardından yıllar sonra televizyon ekranlarına hayvan sever olarak çıkan Emel Yıldız, Panter Emel adıyla
tanınır.”
Panter
Emel karakteri hayvan hakları konusunda saldırgan, pervasız bir karakter olarak
karşımıza çıktı. Sokak ortasında kendinden kat kat güçlü erkekleri dövdü (!)
bir rol model inşa edildi. Zaten oyunuculuk ve sahne sanatları konusunda
kendisini kimsenin hatırlamadığı bir dönemde ünlü olarak ikinci bahar(!)ını
yaşadı. Bu renkli(!) karakterin hayatımıza girmesinden sonra da “yazık ya… her
yerde hayvan öldürülüyor, eziyet, işkence görüyor” haberleri yapıldı. 2004
yılına kadar algı tabanı hazırlandı. Daha önce sokak köpeklerinden rahatsız
olan ve belediyeyi arayarak itlaf isteyen halk korkutuldu, kendisini suçlu
hissetti. 2004 yılında yürürlüğe giren 5199 sayılı kanun maddeleri de o dönemin
elit(!) çevrelerinin çabasıyla çıktı. Artık belediyeler insanları rahatsız eden
hayvanları itlaf etmiyor, üstüne bir de kısırlaştırıyor, bakımını yapıyordu. Kendilerini
duyarlı olarak gören 1980 öncesinden kalan “yenik devrimci” bir kesim de
devletten pasif intikam almak için bu çabalara destek veriyordu. Yani artık her
şey mama baronları için hazırlanmıştı.
Avrupa
birliği fonlarıyla kurulan çok sayıda dernek, federasyon hatta konfederasyon “çalışmaya”
başladı. Fonlar bu dernekleri çalıştırıp, kesenin ağzını yavaş yavaş kısınca, “duyarlı”
kitle bu kez etrafına döndü. “bi el atın” tavırları giderek “sizde de nasıl bir
vicdan var?” şekline dönüştü. Giderek belediyeler sıkıştırılmaya, “duyarlılara”
göre yetersiz hizmet yaptığı gerekçesiyle makam odalarına kadar baskın
yapılmaya başlandı. Belediye başkanları, çalışanları bu “duyarlılar” dan
öylesine yılmışlardı ki, “bırakınız yapsınlar” moduna geçti. İşte bu duyarlılar
bu noktadan sonra iyice “Köpeksiz köy bulup, değneksiz gezmeye” başladı.
Algılar
tamamdı, yasa çıkmıştı, agresif bir güç sahadaydı, belediyeler yılmıştı. Sıra vatandaşa
gelmişti. Hala arada sırada : “ yahu bu kadar köpek çok değil mi?” diyenler
çıkıyor, onlar da gerek sosyal medya linçleri, gerek saha linçleriyle “sessize”
alınıyordu. Sokaktaki köpeklere hiç kimse dokunamıyordu. Belediyeler yasanın
kendisine verdiği “yakalama, kısırlaştırma, aşılarını yapma, küpeleme ve tekrar
aldıkları yere bırakma” hizmetlerini yaparken bu “duyarlılar” gelip çalışanları
engelliyor, tehdit ediyor, hakaret ediyor ama belediye çalışanları başına
geleceklerin korkusundan dolayı hiçbir şey yapamıyordu. Köpekler toplanmadı,
kısırlaştırılmadı ve hızla üredi. Üredikçe kaynaklar yetersiz kaldı, kaynaklar
yetersiz kaldıkça dernekler bağış istedi, bağışlar geldikçe köpekler beslendi,
beslendikçe çoğaldı, çoğaldıkça kaynaklar yetersiz kaldı, kaynaklar yetersiz kaldı.
Daha çok bağışlar toplandı, daha çok köpek beslendi…
Şeytan
da tam burada devreye girdi. bu işleri organize eden “kokoş” takımı tamamdı
ama, alt kademelerdekiler “komşuda pişen, bize düşmüyor… bari bizde kaşığı
yalayalım” diyerek bu işten nemalanmaya başladı. Küçük yerleşim birimlerinde “Dernekçikler”
kuruldu. Bağışlar istendi, hatır gönül ile geldi, bağış yapanlar “taltif”
edildi, vermeyenleri itibarsızlaştırmak için linç kampanyaları, iftiralar
atıldı. 10 paket mama parası toplandı. 1 paket mama alındı, 9 paket “cep
cebelleziyru kef keferruhu” oldu. Ama bir paket mama farkında olmadan çok
meşhur oldu. Hemen hemen her “kanıt” fotoğrafında hep o paket “rol” aldı. En pervasız
olanlarda işte bu tayfaydı. Hayatı bitik müptezeller nasıl bir takımın holiganı
olup terör saçıyorsa, bu kitle de aynen “Köpek holiganı” oldu. Ve terör saçmaya
başladı. Tepedekiler hedef gösteriyor, alttakiler saldırıyor ve her kes bir
korku içinde “aman bana bulaşmasalar bari” diyerek çekiliyordu bir kenara.
Köpek
rantçıları için her şey güzel gidiyordu. Yaptıkları agresif holiganlık,
çoğunluğun kadınlardan oluşması nedeniyle “misli ile” karşılık bulamıyordu.
(öyle ya, erkek adam kadına el kaldırmaz) köpekler sokaklarda, dernekçiler(!)
sahada terör estiriyordu. Her kes susuyordu. Birini köpek ısırsa, kişi kendini
korusa hemen bir linç kampanyası düzenleniyor, bir anda yoğun bir küfür,
hakaret, tehdit, ekmeğiyle oynama, itibarsızlaştırma çabaları sonucunda ses
çıkaran insanlar bin pişman oluyordu. Alt tabakaya terör yaptıran üst tabaka da
basının ağzına bir parmak bal çalarak kapatıyordu. Şirketlerden beslenmeyen
basında ise durum şöyleydi.Sağ basın “Yasayı bizimkiler çıkardı, şimdi bu yasayı
kullananları alıp haber yapsak, ‘yasayı iktidar çıkardı.’ Der ve bizim
nemalandığımız siyasi kanat bizi zora sokar.” Diyerek sustu. Sol basın : “bizimkilerin
seçmen gurubunda çok var bu “hayvan aktivistleri”nden. Haber yapsak bizimkiler ‘kendi
ayağımıza sıkıyoruz’ der ve bizi zora sokarlar” diyerek sustu.
Bu
ne zamana kadar devam etti? Artık bu kitlenin beslediği köpekler yolda, sokakta
çocukları, yaşlıları öldürmeye başlayıncaya kadar. İşte burada artık bıçak kemiğe dayandı. Linç
edilenler “sosyal medya imkânlarını” daha doğru kullanmaya başladı. Ve bu
mücadele böyle devam ediyor.
Bizler,
“mama ve rant” için ölen çocukları görüp “Artık yeter” diyoruz.
Bu
toplum zararlılarını zararsız hale getirmek için yapmamız gerekenler nelerdir?
1)
Öğreneceğiz.
Kim kimden ne alıyor, kim kime ne veriyor, neden bu işler böyle?
2)
Doğru bilgi
ile donanacağız.
3)
Doğru bilgiyi
yayacağız.
Unutmayın, hiçbir karanlık, bir mumu söndürecek
güçte değildir. Biz bu mumları yakıp, bu alanı aydınlatmadıkça bu karanlık
devam edecek.
Yazının alt başlığında yer alan : “Bütün uyuyanları uyandırmaya bir tek uyanık yeter”
sözünün müellifi Merhum Malcolm X’i saygıla anıyoruz.
Devam edeceğiz.
Yorumlar
Yorum Gönder